Öz yurdunda garipsin, öz vatanında parya!
Yazıma Necip Fazıl merhumun bu veciz dizeleri ile başlamak istedim. Önceki yazılarımızda Mescid-i Aksa’nın, Kudüs’ün mahiyetinden, tarihi dokusundan, verilen mücadeleden dilimizin döndüğünde ifade etmeye çalıştık. Bu yazımda daha çok sohbet havasında olması niyetindeyim. Kudüs Meselesi alelade bir mesele değildir. Kudüs Meselesi yalnızca Filistinlilerin meselesi değildir; tüm insanlığın meselesidir. Bakın buna dikkat insanlığın meselesi… orada yaşanan olaylar tam anlamıyla bir insanlık suçudur. Kadın, erkek; genç, yaşlı; kısacası masum insanların katledildiği, yurtlarından edildiği, yok sayıldığı, asimilasyona tabii tutulduğu yerdir. Bugün Filistin’de yaşayan oranın gerçek sahibi olan Filistinliler maalesef Filistin devleti kimliğini değil; İsrail Devletinin kimliğini taşımakta. Araç plakaları büyük bir çoğunluğu İsrail trafik birimine ait plakalar. Evlerinde belki de hiçbir olaya karışmasa dahi sadece ve sadece Müslüman ve Filistinli olmasından ötürü evlerine zorla el konuluyor ve sokaklara atılıyor. Mescid-i Aksa’nın avlusunda tanıştığım Raşid, Abdusselam ve nice 15-20 yaş aralığındaki gençlerden duyduğum ortak bir ifade burada tutuklanmayan, hiç değilse bir hafta nezarethanede kalmamış, sorgulanmamış genç bırakmadılar. Hepimizi tek tek toplayıp sorguluyorlar, işkenceler ediyorlar. Hakikaten sebepleri sadece Mescid-i Aksa’nın savunucusu olmak. Yani kutsalına sahip çıkmak. Filistin’de Filistinli gibi yaşamak hakikaten İsrail Devletinin gözünde yok sayılmak gibi.
Daha bu yazımı kaleme alırken okuduğum, El Cezire Filistin bölgesi muhabiri kendisi de Filistinli olan Şirin Ebu Âkile Batı Şeria’da İsrail askerleri tarafından kafasına kurşun sıkılarak öldürüldü. Uluslararası Çocukları Koruma Örgütü ‘nün (Defence For Children) yayımladığı rakama göre 2008’den bu yana İsrail hapishanesinde 440’ın üzerinde Filistinli Müslüman çocukların mahkûm olduğunu ifade etti. Bu rakam sadece resmiyete geçenlerden ibaret daha bildirilmemiş onlarca çocuk mahkûm sebepsiz bir şekilde İsrail hapishanelerinde türlü baskı, işkence ve zulme maruz kalıyor. Örgütün raporunda; “İsrail ‘in sorguladığı Filistinli çocukların yüzde 75‘i sözlü veya fiziksel saldırıya uğruyor. Her yıl 500 ila 700 arası çocuk İsrail askeri mahkemelerinde yargılanıyor. Filistinli çocukların İsrail polisi tarafından sorgulanma süreçlerinin yüzde 97‘sinde ebeveynleri veya avukatları yanlarında bulunmuyor. Bu durum uluslararası hukukun ihlali anlamına geliyor.” Bu yüzden diyorum Filistin meselesi insanlığın meselesidir…
Doğu Kudüs’ün Şeyh Cerrah mahallesinde yaşanan olaya göz atalım; ‘’Yıllardır yerlerinden edilme tehlikesi yaşayan 27 Filistinli ailenin korku ve endişeleri İsrail makamlarının baskılarıyla yeni bir boyut kazanmış durumda. Kudüs Sulh Mahkemesi, Yahudi yerleşimcilerin talebi üzerine 2019’da Şeyh Cerrah Mahallesi’nde oturan 12 Filistinli ailenin evlerini yerleşimciler lehine boşaltmaları kararı vermişti. Karara göre, bu ailelerden 4’ünün ocakta evlerini boşaltmaları gerekiyordu. Ailelerin itirazı üzerine kararın temyiz edilerek yeniden mahkeme sürecinin başlaması kararlaştırılmış ancak İsrail Merkezi Mahkemesi şubat ortalarında bu 4 ailenin itirazını reddetmişti. İsrail Merkezi Mahkemesi, bu yılın başında 7 ailenin evlerini Yahudi yerleşimcilere bırakmak üzere boşaltması kararı vermişti.’’ Kendi evlerinden hiçbir sebep olmaksızın kovulan bir Filistinli Muna el-Kerd’in evine yerleştirilen fanatik Yahudi ile konuşmasını hepimiz gözlerimizle gördük. Yayınlanan görüntüde, Kerd, evini işgal eden Yahudi’ye “Yakup, bu ev senin değil biliyorsun.” diyerek karşı çıkıyor. Yahudi ise “Evet ama ben gitsem bile sen bu eve geri dönmeyeceksin. Bunun ne anlamı var.
Bana neden bağırıyorsun, bunu yapan ben değilim.” diyerek cevap veriyor. Kerd’in “Sen benim evimi çalıyorsun” diye devam etmesi üzerine ise Yahudi, “Evini ben çalmasam başkası çalacak.” diyor. Kimsenin evini çalma izni olmadığını söyleyen Kerd’e Yahudi, “burası benim değil ki geri vereyim” diyerek cevap veriyor.
Kerd’in evine zorla yerleşen Yahudi’nin verdiği cevaplar aslında olayları özetliyor. Gelin teker teker inceleyelim… ‘’Ben gitsem bile sen bu eve dönemeyeceksin! Bunu yapan ben değilim’’ İsrail devleti Şeyh Cerrah mahallesinde yaşayan Müslüman ailelerin evlerini teker teker tespit ederek o evlere mahkeme kararıyla boşaltılmasını ve o eve fanatik Yahudilerin yerleşmesini finanse etmekte. Bu iş tamamen bireysel değil devletin bizzat politikasında olan bir şey. Hatta yerleştirilen bu fanatik Yahudi ailelerden İsrail devletinin tek bir isteği var hane başına 7 veya daha fazla çocuk yapmak hatta ve hatta bunun için bu Yahudi ailenin çalışmaması için maaş dahi bağlıyor. Diğer bir ifade de, ‘’Evini ben çalmasam başkası çalacak’’ anlaşılan o ki, bugün Filistinlilere uygulanan sadece fiili bir müdahale değil! Psikolojik, sosyal, kültürel, dini, siyasal ve aklımıza gelmeyecek türden müdahaleler. Fakat Filistinli Müslümanlar hem bu deveyi güdeceğiz hem de bu diyarda kalacağız diyerek bu zulme sessiz kalan başta dünya olmak üzere İşgalci Devleti İsrail’e meydan okuyor. Filistinli Müslümanlar bugün öz yurtlarında garip, öz vatanlarında parya…
We Will Return…
Kudüs’ten Eriha’ya doğru giderken sağda dönerken solda şehrin tam girişinde bir beton blokun üzerinde asılı duran bir anahtar var. Bu anahtar Kudüs şehrinin anahtarını temsil etmekte olup üzerinde hem İngilizce ‘’We Will Return’’ hem de Arapça ‘’ عائدون’’ mealen ‘’geri döneceğiz’’ diyerek meydan okumakta… 1948 yılında apar topar evlerini terk etmeye zorlanan Filistinliler tabiri caiz ise iki ayakları bir pabuçta, burayı istemeye istemeye boşaltmak zorunda kaldılar. Fakat bu burada kalmayacaktı. Böylesine kolay terk etmeyeceklerdi yurtlarını, vatanlarını. Gerekirse bedel ödeyecek, kanlarını dökeceklerdi. Ki öyle de oldu zaten kimileri hapishanelerde yaşayan ölü, kimileri toprak altında ölen canlı. Kimileri de elleri sapan taşlarıyla intifada…
Bu insanlar dev midir? Yatak görmemiş gövde midir?
Bir yara açar boyunlarında, Kol kola durup bağırdıklarında
Çekip pırıl pırıl mavzerler çıkardılar oyluk etlerinden
Durdular ite çakala karşı yârin kapısında…
Kudüs şehri harem-i şerif olmasından ötürü diye düşünüyorum bambaşka bir iklimi, bambaşka bir rüzgârı var. Hele Mescid-i Aksa… herhangi bir kapısından adımınızı attığınız anda sizi kucaklayan bir rahmet rüzgârı… Mescid-i Aksa’da tanıştığımız -özellikle gençler- insanlara ben hep şaşkınlıkla baktım. Çünkü onları her gün oraya götüren güç neydi? İsrail askerlerinin psikolojik, fiili baskılarına rağmen onları orada tutan güç neydi? Oradaki insanları gördükçe Zarifoğlu’nun bu dizesi geliyor aklıma… ‘’Bu insanlar dev midir?’’ bu insanlar belki yataklarında uykuda, evlerinde keyif kahvesi eşliğinde ajansları seyretmede, kulüplerde eğlencelerde olması gerekirken niye her gün burası? İşte akıl tutulması yaşadığım yer burası. Bu adamlar hakikaten yatak görmemiş gövdeler çünkü her biri ya İsrail karakol nezarethanesinde ya İsrail hapishanesinde ya da İsrail işkence kamplarında… Ahmed Temimi, Fevzi Cüneydi, Ahmed Manasra İsrail hapishanelerinde mahkûm edilmiş yüzlerce çocuktan birkaçı. Ahmed Temimi 2017’de henüz 16 yaşındayken bir gece yarısı 20 kadar İsrail askerinin evine düzenlediği baskınla tutuklandı. Kızın görmek isteyen Anne Temimi’de sırf bu yüzden tutuklandı. Ahmed Temimi’nin babası Bassem Temimi, bir röportajında:
“Ne ben ne de çocuklarım direnişten asla vazgeçmeyecek. Kızım işgal topraklarında büyüdü ve hep İsrail askerlerine karşı cesurca davrandı. Evinin önüne gelen askerlere direnmesi ise çok normal. Tüm dünya ve özellikle Türk basınından şunu talep ediyorum. Bize yapılan zulmü tüm gerçekliğiyle anlatsınlar. Kızımın özgürlüğü için bizimle beraber mücadele etsinler. “ dostlar düşünün 16 yaşında güzeller güzeli kızınızı bir gece evinizden apar topar hiçbir fındık kabuğunu doldurmayacak sebeplerden tutuklasın ve hiç kimseyle göstermesin. Yürek dayanmaz… İsrail Eğitim Bakanı Naftali Bennet, Ahmed Temimi için “Ömrü hapishanede son bulacak” şeklinde skandal bir açıklamaya imza attı. Fakat hapsedilmesi halvet, sürgün edilmesi hicret, öldürülmesi şehadet olan bir inancın mensupları için bir onurdur. Fevzi Cüneydi ahh gözleri bağlı kahraman…
Trump’ın yaptığı açıklaması sonrası yapılan eylemler sırasında tutuklanan yiğit… yine aynı senaryo 16’lı yaşlarda olan Fevzi Cüneydi, elleri makineli tüfek, tankı olanlara karşı sapan taşı atan bir yiğit. Onun tutuklanmasında 20 kadar asker var çevresinde. Elinde hiçbir yeni nesil silah olmayan bileğinden ve Rabbinden başkasına güvenmeyen 16 yaşında bir yiğitten korkan leş ordusu… Ahmed Manasra henüz 13 yaşındayken yine farksız bir senaryo ile İsrail hapishanelerinde mahkûm ediliyor. Onun hikayesi de içler acısı; Doğu Kudüs’ün Beyt Hanina mahallesinde bulunan Piskat Ziev Yahudi yerleşim yerinde İsrail polisi tarafından vurulan kuzeni Hasan olay yerinde hayatını kaybederken, yerleşimcilerin araba ile çarparak yaraladığı Ahmed ise ağır yaralanmıştı. Çevredeki Yahudilerin küfürleri eşliğinde yerde kanlar içinde yerde kalmıştı. 13 yaşındayken işgalci İsrail askerleri tarafından işkence edilerek gözaltına alınan Ahmed, ağır işkenceler sebebiyle hafızasını ve bilincini kaybetmişti.
Gerçek hayat hikayesini okuduğunuz bu çocuklar bugün belki de şehadet şerbetini içti… Dostlar içte çalının içindeki güller bunlar… Duruyorlar yârin kapısında ite çakala karşı…
‘’Mescid-i Aksa’yı gördüm düşümde / Bir çocuk gibiydi ve ağlıyordu
Varıp eşiğine alnımı koydum / Sanki bir yer altı nehr çağlıyordu’’
Buraya kadar anlattıklarımızdan biraz farklı olarak Mescid-i Aksa’da son gün yaşadığım bir olayı sizle paylaşmak isterim. Olaya geçmeden önce şunu peşinen ifade etmem gerekir ki Mescid-i Aksa Harem-i Şerif’tir. Yani hem dokunulmaz, kutsal hem de şerefli bölgedir. Böylesine kıymetli bir yerde bireysel olarak yaşayacağınız duygular farklıdır. Kimimiz vardır Mescid-i Aksa’nın avlusuna adım attığı anda ağlamaya başlar kimimiz gülmeye. Demem odur ki burası sizi nasıl karşılayacağını iyi bildiği için ona göre selamlar, ona göre davranır, ona göre uğurlar. Kudüs ziyaretimizin son gecesi ve İstanbul’a döneceğim günün tamamını bu Harem-i Şerif’te geçirmeye niyet etmiş ve öyle de yapmıştım. Çünkü bir daha dünya gözüyle görürüz göremeyiz. Gecesi akşam ve yatsı namazı arasında kıble mescidinden ayrılmamış orada türlü ibadetlerde bulunmuşum. Cuma sabahı namazdan sonra güneş yükselinceye kadar kıble mescidinde durmuş saat 10.00 gibi Mescid-i Aksa’nın avlusuna çıkmış dolaşmaya başladım. Kıble Mescidini, Kubbetüs Sahra’yı tam içerisine alan bir köşeye oturmuş ve sadece izliyordum. Gökyüzünü, Kubbetüs Sahra’nın tepesinde uçan kuşları, kuşları kanatlandırmak için üstlerine koşan minik ayakları, kıble mescidine ibadet etmek üzere giden genç yaşlı muhtelif ülkeden insanları. Cuma vakti Kudüs’te bir gelenek varmış. Cuma günü Cuma namazı zamanında Kudüs’teki bütün mescidler kapatılır ve Kudüs’teki bütün Müslümanlar Mescid-i Aksa’da Cuma namazını hep beraber kılarlarmış.
Mescid-i Aksa’da cuma günleri 50.000 Müslümanın akın ettiği söyleniyor. O günde aynısı olmuş saat 11.00’ı geçerken insanlar akın etmeye başlamıştı. Cuma namazın kıble mescidinde eda ettikten sonra son vedamızı yapmak üzere Mescid-i Aksa’nın avlusundaydım. Harem-i Şerif olan Mescid-i Aksa’ya veda ederken hava birden kapanmış ve incecikten yağmur başlamıştı. Bizler önce Kıble mescidinde sonrasında avluda Kubbetüs Sahraya elveda derken Kudüs’te 10 gündür beklenen yağış başladı. Ve o an öyle bir hâl oldu ki sanki gözlerim benden ayrı bir bedenmişçesine yaşlar boşanmaya başladı. Yağmur yağıyor biz ağlıyorduk. Mescid-i Aksa’nın avlusundaki insanlar yağmurdan kaçarken biz kendimizi o yağmura teslim etmiştik. Belki o güne kadar böylesine duygu dolu an yaşadığımı hatırlamıyorum. Biz ağlıyoruz Kudüs ağlıyordu. Dostlar Anadolu’da bir gelenek vardır; gurbete gidenin ardından su dökülür su gibi gitsin su gibi gelsin diye. Kudüs’te bizim arkamızdan su döküyordu. Su gibi gidelim su gibi gelelim diye. Kudüs’ün gökyüzü ruhsallaştı, sadece bedenlerimiz değil; yüreğimiz, kelimelerimiz ıslandı. Yağmur benim yakıtımdır. Biraz şairane tavrımız olması hasebiyle yağmur belki kimileri için bir şey ifade etmese de benim için yağmur ruhu temizleyen bir temizleyicidir. Biz Kudüs’e veda edelim derken Kudüs bize veda etmişti hem de gözyaşlarıyla…
Kudüs Sana Elveda Demiyorum Bilakis Görüşmek Üzere!..
Sevgili dostlar, daha anlatamadığım o kadar şey var ki… Fakat kelimelerin sustuğu yere geldik. Dilimizin döndüğünce Kudüs’ümüze dair birkaç kelamda bulunduk. Bununla beraber dört farklı yazı neşrettik. Sizlere tavsiyem odur ki; muhakkak bu toprakları ziyaret etmeli ve yaşamalısınız. Yalnızca devlet yöneticilerimizin ya da sosyal medyaya düşen birkaç videodan sonra değil daima gündeminizde tutmanızı, dualarınızla destek olmanız gerekir. Nitekim Peygamber Efendimiz; “Mü’minler birbirlerini sevmekte, birbirlerine acımakta ve birbirlerini korumakta bir vücuda benzerler. Vücudun bir uzvu hasta olduğu zaman, diğer uzuvlar da bu sebeple uykusuzluğa ve ateşli hastalığa tutulurlar.” (Buhârî, Edeb 27; Müslim, Birr 66) Kudüs bizim kalbimizdir. Kudüs bizim her şeyimizdir. Rabbim bizlere oranın çalılarından kurtulup gül bahçesine kavuştuğu günü göstermesi duasıyla…
Muhabbetle Selam ederim…
Bir diğer yazımıza ulaşmak için tıklayınız…